ölbe
ölbe silindir biçiminde tahta kutuya denir genel olarak. silindirin çapı yüksekliğinden daha büyüktür. kutunun üstü iki parçadır. yarısı sabittir, diğer yarısı kapaktır. çok önceleri kapak menteşesi olarak iki üç parça kösele kullanılırdı. böylece kapak tam yüz seksen derece açılırdı. ölbenin içine çoğunlukla tuz, şeker gibi kolay bozulmayacak şeyler konulurdu. ölbenin büyükleri de vardı. plastik paketlerde yoğurt ve süpermarketler çıkmadan önce yoğurt bakkallara bu ölbeler içinde gelirdi. bu ölbelere de çömçe denilirdi. (bkz:
çömçe) yoğurt alacağınız zaman elinzde satılla bakkala gider istediğiniz kadar yoğurt alırdınız.
(bkz:
satıl)
bu maddeye ek olarak:
(bkz:
yoğurt yaparken şap kullanmak)
loolaz
bu güzelim sebzeyi doksanlı yıllara kadar ankara'da bulamadığımızı, karadeniz'e bugün dahi hiç uğramadığını biliyor muydunuz?
şimdi de ankara'ya yılda ya bir kez gelir, ya iki. buna benzer şekilde "maş" da hiç bilinmez. haspiri söylemiyorum bile.
antepdeki otobüs firmaları
seri emniyet: havalı apollolarıyla epey hava yapmış (havalı apollo magirus deutz marka otobüstü) mercedes firması. 302'leri çıkarınca da havaları sönmüştü. rahat arabaydı havalı apollolar ama düşük emniyetliydiler. sadece antep'te değil, pek çok yerde çok ocağı söndürmüşlerdir.
antep demiryolu
bu başlık açılmazsa olmaz. çünkü antep?i antep yapan unsurlardan biridir demiryolu.
tcdd tarihine bakılınca antep?e demiryolu?nun geliş tarihinin çok eski olması gerektiğini düşünüyorum. şu meşhur ıstanbul bağdat hattının gelişi sırasında antep?e de demiryolu gelmiş olmalı. ama istasyon binası çok sonra 1955?te yapılmış. bunu, rahmetlik babaannem, benim hayal meyal anımsadığım, ?seni trenin penceresinden çekip almıştım? cümlesiyle başlayan ve her yaşlı kadının çene düşüklüğüyle sürekli anlattığı anıların arasından çıkartıyorum. ?sen doğduğun sene yapıldıydı? derdi. babaannemden bağımsız olarak annem de aynı şeyi söyler. bu konunun antep?te yaşayanlarca tahkik edilmesi uygun olacaktır.
önce tren istasyonu önü, şimdiki adını bilmiyorum, ama eski adıyla ıstasyon meydanı. burası şimdiki gibi avuç içi kadar değil, beş ila altı bin kişiyi alabilen büyük bir meydandı. seçimler için olanları dahil olmak üzere tüm mitingler bu alanda yapılırdı. benim hatırladığım ilk miting 1963 kıbrıs mitingidir. pek çok kişinin bu da kim ola dediği, antep?te de adına bir mahalle ve bir okul olan cengiz topel, 1963 yılında kıbrıs?ta şehit düşmüş olan bir hava kuvvetleri subayıdır. rumlar uçağını düşürmüş, esir ettikleri pilotu öldürmüşlerdi.
tren istasyonu iki ana hat ve bir yığın tali hattan oluşurdu. ıstasyonun ötesi bomboştu. yerleşim yoktu. ıstasyonun sağ ilerisinde antep?e gelmiş lokomotiflerin yönünü ters çevirmeye yarayan büyük bir dairesel platform vardı. dönen platformda lokomotifle birlikte, artık çalışanların kovmaktan bıktığı bir dolu çocuk olurdu. bir oyun yeriydi yani istasyon. oyunlardan biri de rayların üzerine demir para, gazoz kapağı gibi küçük metal parçalar koymak ve trenin geçmesini beklemekti. tren geçtikten sonra parçalar alınır ve ne kadar genişlediğine bakılırdı. boş yük vagonları, çalışmayan lokomotifler hep oyun yeriydi.
ıstasyon sadece çocuklar için değil büyükler için de bir dinlenme mekanıydı. yolun refüjünde sahre yapan antep?in adamı, istasyonu da kısa süre içinde sahre yerine çevirmişti. bu aşağı yukarı 1965?e kadar sürdü, sonra yasaklandı.
antep?e gelen tüm trenler buharlı trendi. ya da kara tren. o günlerde trenlerde mevki vardı. birinci mevki, ikinci mevki, üçüncü mevki ve yataklı? ıki tip tren vardı ayrıca, ekspres ve posta treni diye. posta treniyle bir yerden bir yere gitmek bir haftanızı da alabilirdi. kimin acelesi var sonuçta değil mi? ekspres, hatırladığım kadarıyla halen de çalışan toros ekspresi?ydi. haftada üç gün batıya sefer yapardı.
tren antep?ten sabah saat yedi civarında yola çıkar, narlı ıstasyonu?na kadar tek lokomotifle gider, narlı?da önüne bir lokomotif daha takılarak geçmenin yarım saat sürdüğü ayran tüneli?nin de bulunduğu gavur dağları?nın altından geçerek akşam saat dört gibi adana?ya varırdı. adana?da buharlı lokomotifler bırakılır, dizel lokomotif takılır, bu şekilde hızlanan tren, ertesi sabah saat on gibi ankara?ya varırdı.
başlık altı tümcemize geri dönersek, tren yolunun antep?in hayatına girmesiyle antep?in ve anteplinin ufku değişmiştir diyebiliyorum. halı ve özellikle hakiki kilim başta olmak üzere tekstil ürünleri, her tür sebze meyve üretiminin pazarı, artık antep ve çevresindeki birkaç il olmaktan çıkıvermiştir. zaten çalışkan ve hayatı seven insanlardan oluşan antepli ürünlerini artık rahatça en fazla bir hafta içinde hem de ucuz fiyata türkiye pazarına sunmaya başlamıştır. bunun sonunda da belli bir zenginlik oluşmuştur doğal olarak.
diğer ekonomik faktörler de vardır mutlak surette. ama antep?in antep olmasında demiryolu en azından başlangıç ivmesini vermiştir.
bugünkü durumu ise ne yazık içler acısıdır.
antepdeki otobüs firmaları
antep'e ait ve antep'e sefer yapan ilk firmalar çayırağası, fındıklı toros ve inanöz'dü. çayırağası has antep'in malı olup, firma sahibi ailesiyle birlikte başkarakolda otururdu. fındıklı toros sanırım adana firmasıydı, inanöz de istanbul. ınanöz'ün otobüsleri mercedesti. haftada bir ya da iki kez ankara ve istanbul'a sefer yapardı bu otobüsler. diğer şehirlere gidip gitmediklerini bilmiyorum, yalnız doğuya ve kuzeye giden otobüsler, örneğin malatya, adıyaman, son derecede külüstür, belediye otobüslerindeki gibi tutamaklı koltukları olan, uyumaya kesinlikle elverişli olmayan otobüslerdi. yolcuların yükleri otobüsün üstüne konulur, sonra da branda çekilirdi. hatırladığım iki marka büssing ve scania vabistir. burunlu olan bu otobüsler hem motorlarının gücünden, hem de yolların kalitesizliğinden dolayı çok yavaş giderdi. bir antep malatya yolculuğunu sekiz saat sürdüğünü hatırlamaktayım. seç çok daha sonra çıkmıştır, 1969 veya 70 gibi.
bu arada burada eski ve yeni garaj diye sözedilen yerlerin neresi olduğunu bilmemekteyim. ama ilk gerçek garajın kozanlı mahallesinde, inönü caddesinden on beş metre içeride olduğunu söyleyeyim. bugünkü anlamda bir garaj olmamakla beraber şehirlerarası yolculukların tamamı burada başlar ve burada biterdi.
şehir kulübü
bu iki kelimeyi has antepli de şeer gulubü diye okumazdı. ya şehir gulübü denirdi, ya da kısaca gulüp.
maarif'te, eblehan'a çıkan yokuşun başında ikinci katta bir içkili lokantaydı burası. hem lokanta, hem kıraathane demek daha doğru olur. şehrin memur tayfası, özellikle de öğretmenlerin takıldığı, esnaftan ya da eşraftan insanların pek ender girdiği bir mekandı. kumar da oynanırdı ama esas amaç içki içmek, muhabbet etmekti. bugünlerde kavaklıkta, baro'ya ait olan bölüm, eskiden bu kulübün sahiplerince (ya da yakınları) işletilir, yaz aylarında kulübün müdavimleri kumar oynamayacaklarsa buraya takılırlardı.
bazen içkinin yanında kadın da oynatılırdı kavaklık'ın bu kulüp bölümünde. o zaman, o koca alanın çevresi beyaz amerikan bezleriyle boydan boya çevrilir, mekanın dıştan görünmesi engellenirdi. tabi ağaçlara çıkma uyanıklığını gösteren yeni yetme gençleri kovalamak için de bazı garsonlar oradan oraya seyirtirdi.
gazocaa
gaz ocağı
lpg gelmeden ve geldikten sonra yaygınlaşmadan önce her evde bir iki tane bulunan mutfak ocağı.
bu ocak sarı madenden yapılı bir gazyağı (gazyaa) haznesi, bu hazne üzerinde küçük bir pompa ve hazneye aynı piknik tüpteki gibi bağlanmış bir brülörden oluşurdu. brülörün hemen altında yanma bölümünü çepeçevre saran bir çanak vardı. bu çanağa mavi ispirto konulur, ispirto yakılır, bu ispirtonun hazneden yükselmiş bulunan gazı buharlaştırması beklenirdi. gazın yanmaya başladığına kanaat getirilince de pompayla gaz pompalanırdı. nekadar fazla pompalarsanız o kadar harlı ateş elde ederdiniz. ocak söndürüleceği zaman da hazneye pompalanmış hava bir kelebek vasıtasıyla boşaltılırdı. ocağa raptedilmiş üç ayak üzerinde de yemek pişer, su ısıtılırdı. piknik tüp gibi... ancak piknik tüpten farklı olarak gazocaanın yakıt haznesi ocağın , üzerine konulan yükü taşımaz, bu haliyle de piknik tüpe göre çok emniyetlidir.
not : sadece antepe özgü değildir, diğer yerlere göre antepin farkı, antepte çokça kullanılan bir modelin antepte üretiliyor olmasıdır.
tel mahmil
dolap antep dilinde mahmil olarak söylense de teldolap (bitişik yazılır) antepçenin en hasını konuşanlar arasında bile teldolap diye söylenirdi. daha doğrusu tel mahmil de söylenirdi ama teldolap daha çok söylenirdi.
sadece arkası tahta, kapak hariç üç yanı tahta ve tamamı telli olmak üzere muhtelif modelleri vardı. bu modellerin hemen hepsinin altında bir büyük ya da iki küçük çekmece olurdu. genellikle üç sabit bölmeye sahip olurlardı
buzdolabı antepe gelip yaygın olarak kullanılıncaya kadar soğutma işlemi hariç mutfakta buzdolabının yerini tutmuştur. yemeklerin kısa dönem saklanması işine yaradığı gibi (kışın uzun süre de saklanırdı), karınca gelmesi muhtemel şeker, reçel gibi yiyecekler, açıkta bırakıldığında kurtlanabilecek pirinç, özellikle bulgur türü şeyler burada saklanırdı. sabah kahvaltısı malzemeleri de genellikle en üst rafta yer bulurdu kendilerine.
geçen yıl ovuzeli'nde gittiğim bir köy evinde bu dolaplardan birinin durduğunu ve hala kullanıldığını görünce çocukluk arkadaşımı bulmuş gibi olmuştum.
antepte sinema kültürü
antep'in ilk sinemasının nakıp sineması olduğu doğrudur da, diğerlerinin sıralaması nedir? ben şöyle biliyorum: nakıp, baydar, şehir büyük sinema. bu dört sinemaya 1965 veya 66'da açılan ses sineması katıldı. ses sineması türkiye'nin ilk sinemateki olan antep sinematekinin de merkezidir. burç ses sinemasından sonra açıldığı halde ses her açıdan ondan daha moderndi. hatta, o yıllarda ankara'da bile arı sineması dışında ses sineması kadar modern bir sinema yoktu.
ankara'daki sinemaların çöküş dönemini çok iyi biliyorum. sanırım antep'tekiler de aynı zamanda, 1975- 79 döneminde çökmüş, bir zamanlar aile ve çocuk filmi oynatan burç seks filmleri oynatan bir yere dönüşmüştür.
gafa habi
kafa hapı diye herhalde artık satılmayan "equanil" adlı ilaca denirdi bir zamanlar. ıyi bir müsekkindi.
arahı
antepte rakı sofrasında sarhoş olmak (çakırkeyf değil) ayıp sayılır. sarhoş olacağını anlayıp içmeyi bırakan adama ısrar edilmez.
bunlar bir zamanlar delikanlılığa geçiş döneminde gençlere tek bir kadeh rakı verildiği ve varsa babasının da hazır olduğu bir toplantıda izah edilirdi. böyle bir toplantıya katıldım. o içtiğim tek kadeh rakıyı da hiç unutmam.
şunu da eklemeliyim. bu şekilde, adam gibi rakı içmeyi öğrenip, bunlardan bihaber "dışarlılar" arasında rakı içmeye kalkıştığınızda şaşırmayın. bir keresinde, çekirge boyu, serçe ayağı diyerek koca bir masanın rezil oluşunu görmüştüm. en iyisi rakı içeceğiniz insanları daha önceden test etmiş olmanız. rakı herkesle içilmez.
yağlık
5. anteplander'in dediği gibi yağlık mendil değildir. burun veya ter silinmez. evin erkeği, akşamları eve gelirken getirdiği ıncık cıcığı, mesela ekmeği, yağlığın içine koyar öyle getirirlerdi. ayrıca, düvene giderken de azıklarını yağlığa koyup götürürlerdi. burun silme ve sümük sorunsalına gelince, önce herkesin cebinde bu iş için bir mendil olurdu. ılkokulda her öğrencinin biri silinmek, diğeri sümkürmek için iki mendili olması zorunluydu ve öğretmenler bunun kontrolünü yapardı her sabah. öte yandan, oldukça uzun bir süre antep erkeğinin dışardayken burnunu mendile silme gibi bir zorunluluğu yoktu. sokaklar, balgam ve sümük için mendil vazifesi görürdü. hatta nurullah ataç adlı yazarımız, antep güzel yer de bir de şu yerleri mendil gibi kullanma alışkanlıklarından vazgeçseler diye yazmıştır. (burada şu notu da eklemeden geçmeyeyim ki antepe haksızlık olmasın, ankara da benzer hastalıktan muzdaripti uzun ta ki kağıt mendil ülkemize girinceye kadar)
sümüklü mendilleri yıkama da ayrı bir sorundur, ama kadınlar bunun da çaresini bulmuşlardı. mendiller leğene basılır, leğen çor gibi tuzlu suyla doldurulurdu. bir kaç saat sonra da o suyu boşaltırlar, bir su daha arıtırlar, ondan sonra yıkarlardı. çok sevimli bir iş değil ama hem mecburiyet, hem de bu mendiller, her biri üç dört çocuk sahibi kadınların, boklu bebek bezi (yaa bir zamanlar böyle kağıt bezler yoktu, yıkanmış amerikan bezi kullanılırdı ), boklu göt yıkadıklarını düşünecek olursanız pek de iğrenç kalmıyor.
antep üzümleri
antep'e özgü bir kara üzüm vardı. üzeri dumanlı dumanlı olurdu. bu üzümü hızlı yediğin zaman boğazın tıkanırdı. başka hiçbir yerde bu üzümü bulamadım daha sonra. şimdi antepte de yoktur büyük ihtimalle.
karpuzatan
bu sahre yerinin tam olarak nerede olduğunu bilmiyorum. yerinin nerede olduğunu bilen varsa da yazsın. halen de duruyor mudur onu da bilmiyorum. burayı özel yapan soğuk suyuydu. suyun içinde elinizi bir dakika tutamazdınız. pınarın içine karpuzu koydunuz mu, karpuz pat diye yarılırdı. bunu da gözlerimle görmüşlüğüm vardır. bu kadar soğuk su olduğuna göre antepin epey batısında olsa gerek diye düşünüyorum.
koftelik simit
antep simidiylen ankarada, istanbulda satılan "köftelik bulgur" arasında dağlar kadar fark var. köftelik bulgurdan en fazla "kısır" olur. çiğ köfte veya malhıtalı köfte yapılamıyor. (yapılmasına yapılıyor da şöyle hamur gibi bir şey oluyor)
nizip
hala sabun ve zeyt üretiliyor mu burada, bir bilen söylesin...
ekece
sözcüğün kökü olan eke, daha çok dışarlılar tarafından bu şekilde söylenir diye biliyorum. anlamı "olgun, yetişmiş" demek olan bu sözcük antep'te "öke" diye söylenirdi bir zamanlar. (öfke yerine kullanılan ööke ile karıştırılmamalı) hatta ıran şahından bahşiş almış bir terzi vardı, adı da abdullah öke'ydi. böylece ekece sözcüğü de ökece olmalı.
antep üzümleri
antep'te cumhuriyetten önce de şarap üretilirdi. rakı fabrikası (şimdi var mı bilmem) uzun yıllar rakı üretti. rakıynan şarapnan alakası yok antebin üzümlerinin kaybaolmasının. antepin yakın çevresinde, mesela tugayın beş yüz metre ötesinde bile bağ vardı. bunlar hep sökülüp ev yapıldı. köylerdeki bağlara da filoksera dadandı. kıbrıs savaşı yüzünden ambargo olduğundan filoksera ilacı alamadık. bağlar kurudu.
(türkiye'de iki yüz kırk üzüm çeşidi varmış, bunların hemen tamamı helak olmuş o ilaçsız dönemde. şimdi otuz çeşit ya var ya yok)
eblehan
eblehan'da bir zamanlar antep hapishanesi vardı. hala duruyor mu bilmem. ermenilerden kalma, bir ihtimal ermeni kilisesinden bozma bir yer. eblehan'dan geçerken zaman zaman gardiyanların, ziyaretçisi gelen mahkumları seslendikleri duyulurdu. önce adamın adı bağırılır, sonra "tütünün gelmiş... kapıyaaa.." ünlemi seslendirilirdi.
kırkayak kahvesi
bu kahvehane, yukarıda verdiğim yazıda anılan antep lisesi müdürü şerafettin mertoğlu'nun tabiriyle "kırkayak müessesesi"ydi. bir diğer işlevi de karnesinde kırık not olan öğrenciler, bu müesseseden 1 ira karşılığında, mührü imzaları tamam kırıksız karne götürürlerdi evlerine. böylece sömestr sonunda yenecek olan dayak bir sömestr ertelenmiş olurdu.