kırkayak kahvesi
kırkayak kahvesi için bülent ağcabay'ın kitabından bir alıntı vermek istiyorum:
sevdalanmayı orada öğrenmiştik.
ılk tütünü de,
şarabın buruk tadını da,
nazım?ı da...
adam gibi oturup,
adam gibi söyleşmeyi,
meclisin ne olup,
ne olmadığını,
anlamıştık orada...
bir döneme damgasını vurmuş bir kuşağın, neredeyse oturmaktan çok ?yatıp kalktığı? bir mekan olan ?kırkayak kahvesi? yıkılıncaya kadar, belki çoğumuz için kentin diğer kahvehaneleri gibi sıradan bir yerdi.
zamanla, ünlü bir nargilesi, okkalı bir kahvesi, demli bir çayı için gelinecek bir yer olmaktan çıktıysa, sessiz sedasız her eskiyen, değerini kaybeden şey gibi, yok olup gitmeye de mahkum oldu... bir zaman sonra adı bile unutulacak, zihinlerden bile silinip gidecek... doğaldır da bu... nice kahveler yapıldı... nice kahveler yıkıldı !..
1960-70 yıllarında ilk gençliğini yaşayanlar için farklı bir yeri vardı bu kahvenin... bazen bir kütüphane, derssiz, zilsiz, öğretmensiz ikinci bir okul; bazen bir eğlence yeri, bazen de, acısıyla tatlısıyla anıların saklandığı yerdi...
kitabımda bu kuşağın birlikteliklerini, herkesin birazda birbiri için yaşadığını, çocukluktan gençliğe geçişteki saf ve gizemli duygularını, sevgilinin haberinin bile olmadığı platonik aşklarını, heyecanlarını, esprilerini, kazanım ve kayıplarını, kentin insancıl yüce töreleri ile ortamın tüm sıcaklığı ile bulup, o güzel dünü koklayacağınız umudundayım...
bu kitap, bir kahveyi, bir mekanı anlatmaktan çok, ?bir dönemin, bir kuşağın anlatımı ve bu da bir anlatımdan daha çok onları yaşamaktır.?
?68?liler? le ilgili çok şey konuşuldu, yazıldı... ama onların kimlikleri, kim oldukları, yorumların da ötesinde birebir yaşadıkları ve yaşattıkları da olsa gerek. onlar çileli bir kuşağın ?çile tarlası? olmuş, ama çilelerini, yokluklarını, acılarını gülerek, güldürerek gizlemiş; solcusuyla, sağcısıyla, devrimcisiyle, ülkücüsüyle çile tarlalarında ?umut çiçekleri? ni açtırmış, umut tarlalarına dönüştürmüşlerdir.
her eskiyen şey yerini yenisine bırakacak, ancak geride anılar kalacaktır... yıkılan, gaziantep?in bir dönemine damgasını vuran yapı idi. ancak, kırkayak başarılara hazırladığı zeminle ve anılarıyla yaşayacaktır...
kırkayak kahvesi kitabı, dönemi yaşayan müdavimlerin anlatımlarıyla oluştu. kahvenin renkli simalarından ercüment asaf yanıç kahvenin yıkılmasından sonra yaptığım röportajda anlattıkları beni oldukça etkilemişti. yanıç o yıllarda kahvenin yıkılmasıyla birlikte anılar yumağına gömülmüştü.
?..toprağı hayyam?ın da cem?in de kabirlerinden çok şarapla yıkanmış kırkayak?ta yok... abdi de yok... boyacı ökkeş?te... ali ıhsan hoca da, kara memik?de, kokulu zerdaliler de yok artık... gece bekçisi kemal, erik yemeye gelmeyecek artık gece yarısından sonra... şarapçı semih?te kayıp, semih?in takımı da... abdi?nin tahta dükkan darabaları hangi zemheri de, hangi mekanı ısıttı, yakılırken kimbilir...
şabanların zeki ağa?nın haphap tıkırtıları, müebbetlik dayı?nın sabah namazı dönüşü salavat mırıltıları kalmamış kırkayak sabahlarında...
çavuş ağa taze dem tutmuyor artık... ne uzun oğlan gözüküyor ortalarda, ne amerikan ökkeş, ne dayı hüseyin, ne de paşa... parasız, pulsuz şarap mezesi olabilecek ne turp var, nede turp tarlaları kalmış arka taraftaki bostanda.?
kırkayak kahvesi?nin unutulmaz tipleri ve sürekli müdavimleri vardı. bunlardan, macat hüseyin, kahvede en çok oturan ve oyun seyreden kişiydi. yağmurlu günlerde kahve kalabalık olurdu. böyle bir günde şemsiyeyle dışarıda bekleyip oturacak saatlerce yer beklemişti.
macat kahveden ayrılmayıp eve gitmediği için annesi ona dolma, simit aşı veya mercimekli aş getirirdi. kadıncağız oğlunun ?rızgının? kahveden kesilmesi için su afsunlatıp, kahvenin ortasına dökmüştü.
kırkayak kahvesi?nde oturan her kesin bir lakabı vardır. müdavimler aradan kırk yıl geçmesine rağmen halen lakaplarıyla sesleniyor. ısterseniz kahvenin renkli tiplerinden süleyman hortoğlu?nun lakabını kendi anlatımıyla sizlere anlatayım.
?..gaziantep lisesi yıllarımda öğretmenimiz bize fiziki ve ruhsal yapımızı anlatan biyografyamızı yazmamızı istemişti. bende aynada şöyle kendime alıcı bir gözle baktım ve kendimi o yıllarda cinganlara benzetmiştim. hani cinganlar güneşte çok dolaştıkları için esmerin bir kaç ton daha koyusu olurlar ya, ben de biraz esmer olduğum için kendimi cinganlara benzettim ve yazımın başlığını ?cingan sülo? koymuştum. benim yazım öğretmenimizin dikkatini çekmiş ve daha sonra okumamı istemişti. sesli olarak sınıfta cingan sülo?nun fiziki ve ruhsal yapısını okudum. o günden sonra arkadaşlarım bana süleyman değil, ?cingan sülo? demişlerdi.
kitabımda dönemin sosyal ve kültürel yapısını anlatmaya çalıştım. o yıllarda yaşanan olaylar ve kırkayak gençliğinin olaylara yaklaşımı dönemi yaşayanların ağzından anlatmakla farklı bir boyut kazandı. kahvenin müdavimlerinden samet bayrak o yılları anlatırken, türkiye?de ilk boykotu şöyle anlatıyor:
?..1967 yılı?nda çok büyük bir kar yağdı. o yıllarda belediye otobüsleri dahi sefer yapamaz olmuştu. hatta evlerimizden sokağa çıkmak için tünel kazmıştık. yürüyerek gaziantep lisesi?ne geldik ve kaloriferlerin yanmadığını gördük. müdürümüz şerafettin mertoğlu idi. okul müdürümüz her türlü şartlarda eğitimin devam edeceğini ifade eden bir konuşma yapmıştı. ama hava gerçekten soğuk ve çoğumuzun paltosu yoktu. ıyi koşullarda eğitim yapılması ve kaloriferlerin biran önce tamir edilip, ondan sonra eğitime devam edilmesi için türkiye?de liseler arasında boykot ilk defa gaziantep lisesi?nde yapıldı. eylemimin sonuç verdi ve bir süre sonra kaloriferler yapıldı ve eğitime devam edildi.?
dönemin gençliği hakkını arıyor, okuyor, sanata ve kültüre kentin imkanları ölçüsünde katılıyordu.
kırkayak kahvesi?nin yıkılması kahvenin müdavimlerini derinden etkilemişti. müdavimlerden yaşar bal, kahvenin yıkılmasından sonra, ?..prag?da nazım hikmet?in oturup, mektup yazdığı, kahve içtiği yer, fransa?da leydi diana?nın kaza geçirdiği tünel, rus çarı deli petro?nun çek cumhuriyeti?nde kaldığı dükkan kente gelen turistlere seyahat acenteleri tarafından belli bir bedel karşılığı gezdiriliyor. bu alanlar aynı zamanda ülkenin turizm girdisine büyük katkı sağlıyor.
türkiye?de değil, dünyada bir kahvehane düşünün ki, müdavimleri kentin ve ülkenin hizmetine bu kadar büyük katkı sağlasın. farklı bir kültür, farklı bir anlayışla işletilen bu mekan aradan geçen 40 yıl sonra dershane ya da etüt merkezleriyle yapılmak istenileni uzun yıllar önce gerçekleştirdi. kırkayak kahvesi müdavimleri olarak, minyatür, birkaç metrekare alan içerisine kırkayak kahvesi?nin yaptırılmasını istiyoruz. kente, sosyal ve kültürel alanda katkı vermesi gereken belediyenin, bir dönem gençliğinin yaşamında çok büyük etkisi olan bu mekanı tekrar canlandırması gerekir diye düşünüyoruz.?
tüm çalışmalarımda bana her düzeyde destek vererek en önemlisi, suyun kaynağına inerek o kuşağın tarafımca anlaşılmasını sağlayan, anılarıyla, anlatılarıyla, yazılarıyla çalışmanın kitaplaşmasını sağlayan hiç kuşkusuz ?tüm kırkayaklılar? dır.
kitabın önsözünü hazırlayan yargıtay onursal başkanı mehmet uygun?a, gazeteci yazar ülkü tamer?e, devlet sanatçısı dilek türker?e, gazeteci yazar tamer abuşoğlu ile kitabın son sözünü söyleyen siyaset bilimci-yazar, prof. dr. toktamış ateş?e ve şükran borçluyum.
kitabın önsözünü yargıtay onursal başkanı mehmet uygun yazdı.
kitabın son sözünü 68?li kuşağın unutulmaz örgütlenmelerinden fkf (fikir kulüpleri federasyonu)?nin önde gelen ve önder ismi prof. dr. toktamış ateş söyledi.
kırkayak
kırkayak, akyol ilkokulunun tam karşısında, siyah beyaz taşlardan kırktan fazla sütunla çevrelenmiş orta boy bir parktı. ıki yıl öncesinde bu parktan geriye sadece birkaç taş kaldığını görerek çok üzülmüştüm. akyol ilkokulunu arkanıza aldığınızda parkın sağ tarafı çocuk bahçesiydi. ıki salıncak, bir kaydırak ve iki de tahterevalli vardı.
parkın her yanı karpuz çekirdeği kabuğuyla kaplıydı. (e normal) çocuk bahçesinin sol yanıysa meşhur kırkayak kahvesiydi (bkz:
kırkayak kahvesi)
antepte batil inanislar
üst katta cenaze varsa alt katta çocuk durmaz. boyu kısa kalırmış
antep fistigimi sam fistigimi siirt fistigimi sorunsali
siirt fıstığını kırmak için adamın yanında kekiç olmalı yorum. eyle goleyne gırılmaz mübarek. dadı da antep fıstığı kimi deeldir. bir derhem bal için bir çeki odun çeynemeye benzer.
şam fıstığı da zamanında anteplilerin tek ihraç kanalı halep ve şam olduğundan ıstanbullu adını öyle bellemiş. ben yanımda şam fsıtığı diyenlere acıyerek bakiym. cahallığına veriym. düzeltiym. hala ısrar ediylerse acı dövüym
ali fuat bilen
ali fuat bilen fizik öğretmenidir aslen. benim öğretmenim olmadı ama babamın öğretmeni olmuş. babam dahil pek çok öğrencisi çok iyi bir fizik öğretmeni olduğunu söyler. antep lisesi müdürlüğüne, kendi istemese bile kıdemi itibariyle getirilmiştir (1968-69 öğrenim yılında) bu göreve getirildiğinde en az otuz yıllık öğretmendi. politik görüşlerini beğenmesek de (takunyacıydı) bu görüşlere mensup olduğu ailenin çıkarları doğrultusunda sahip olduğunu bilirdik. bir kardesi (osman bilen) chp milletvekilliği yapmış bir chpli, bir kardeşi de o zamanlar yeni kurulmuş mhp'ye üyeydi. müşfik bir insan, hoca olduğunu söylemek isterim. toprağı bol olsun.
temetos
temetos, antepe yirminci yüzyılın başlarında gelmiş. yemeklerinde terbiye olarak çoğunlukla yoğurt kullanılmasının sebebi de budur. dedemin anlattığına göre ilk geldiğinde domates yeşil salata olarak tüketilir, kızarmış domates çürümüş diye pek yenmezmiş. ışgal sırasında domatesin aslında kırmızı olarak yendiğini ıngilizlerden öğrenmiş bizim antepliler.
antep lisesi
1933 yılında inşa edilmiş, türkiye'nin en eski okullarından biridir. bugünkü binası, 1963 yılında, bir yaz dönemi gibi kısa bir sürede bitirilmiştir. ön cepheden bakılınca sol tarafta kalan taş bina 1933'te ilk yapılan iki binadan birisi olup (bugün kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorum) 1963'teki yıkımdan kurtulmuştur. bu bina pavyon binası olarak anılmaktaydı. ama bildiğimiz pavyon olarak almayın. neden böyle anıldığını da bilmiyorum bu arada. kuruluşundan itibaren bir erkek lisesi olarak hizmet veren antep lisesi, (sanırım yalnızca orta kısım için geçerli bu) 1964-1965 öğrenim yılında lisenin öğretmenlerinden "ezrail" asaf'ın (babam olur kendileri) gayretleriyle karma lise haline gelmiştir.
1960'lı yıllarda antep'te dört ya da beş lise vardı zaten: antep lisesi, atatürk lisesi, kız lisesi, imam hatip lisesi, körler okulu. bir de doğumevinini oralarda erkek sanat (zenaat olacak) enstitüsü vardı. özel kolej 1965 ya da 66'da kurulmuş olmalı. ama o yıllarda kimse ciddiye almazdı koleji ve kolejlileri.
antep lisesi, kuruluşundan itibaren çok ciddi bilim adamlarının yetişmesine ön ayak olmuştur. 1940'lı yıllarda mezun olan, ilk adını anımsayamadığım "kafadar" soyadlı bir bilim adamımız nasa'da çok ciddi bir projenin (yanlış anımsamıyorsam gemini projesinin) yöneticisiydi. antepli olmamasına rağmen antep lisesinin yetiştirdiği bir başka öğrenci, cafer özkul, bugün bir türk olarak ilk, fransa'da rouen üniversitesi'nin dekanlığını yapmaktadır.
her yeri mamed
heryeri maamet de derlerdi. tek başına yüz elli kilonun üstünde çekerdi rahmetli. boyu da kısa değildi. şaibeli bir arsa (arazi) davası yüzünden on üç yaş civarında bir çocuk tarafından vurularak öldürülmüştür.
tarhın
dışarıda "o da ne ki" denilen, bilmeyenlerin öğrenmesini de istemediğim muhteşem ot. (az yetişir mübarek)
dorgama
dışarılı olan eşime dün tariflen yaptırdığım, ilk kez yiyen kızımın parmaklarını da birlikte yemesine neden olan enfes yemek...
60 li yillardaki cekirge istilasi
böyle bir olay olmamıştır. bunu az evvel annemle de (kendisi dışarlıdır) teyit ettim. yalnız 1965 ya da 66 yaz başında afrika'dan gelen büyük kırmızı bir toz bulutu sadece antep'i değil hemen tüm güneydoğu göklerini kaplamıştı.toz iki üç gün sonra dağılmıştı. entri başlığını okuyunca benim aklıma ilk bu geldi. bu entriyi anneme sorar sormaz o da aynı şeyi söyledi.
1967 yılında yağan böyük kar
1967 yılındaki büyük karda kar kalınlığı bazı semtlerde 110 santimi geçmişti. şehir üç gün elektriksiz ve susuz kalmıştı. kar yüzünden tüm okullar bir hafta süreyle tatil edilmiş, fırınlar ekmek çıkaramaz olmuştu. yarım kilo tırnaklı pide (o da yarı pişmiş) alabilmek için üç saat soğuğun altında beklemiştim. okul açıldığının ilk günü antep lisesi'nden bir öğrenci çatıdan düşen bir buz sarkıtının omzuna saplanmasıyla çok ağır yaralanmıştı.
bir de 1929 veya 1930'da büyük kar olmuş, bunu da rahmetlik dedem anlatmıştı.
çir
sadece kurutulmuş kayısıya, özellikle de zerdalıya denir
her yeri mamed
tek başına yüz elli kilo gelen bir zamanların en meşhur şişmanı. heryeri maamed de derlerdi. on üç, on dört yaşlarındaki bir çocuk tarafından öldürülmüştür.
bakan duragi
kırkayak'taki otobüs durağıyla antep lisesi önündeki durak arasına, o zamanların spor bakanı olan kamil ocak'ın kız kardeşinin evinin tam önüne konulan ara durak.
kaat büyü
kaat büyü doğrudan kağıda yazılıp büyü yapılacak evin bir yerine, mesela sehba altına, mahmile, ev sahibinin hemen görülmeyecek bir mıntıkaya saklanan büyüye denir. kara büyüdür:)
antepin efsane öğretmenleri
mahmut topalfakioglu
bu öğretmen antep lisesine 1967 yılında geldi. şimdi sosyal bilgiler denen tarih, coğrafya ve yurttaşlık derslerini verirdi. okula gidip gelirken "stadion" marka bir "motorbisiklet" kullanırdı. yüksek okulda okurken o zamanların meşhur artisti perihan'la aşk yaşamış, kendi anlattıydı. derste başka işlerle meşgul olan çocuklara "eline başka oyncak verim de onunla oyna" demesi meşhurdur.
antep çıbanı
tatarcık sineği tarafından köpek veya kemirgenlerden alınarak insanlara taşınır. sadece antep'e özgü değildir. halep çıbanı da denir. (bakınız refik halit karay: gurbet hikayeleri) mikrobun adı "leişmanya tropika" olup uzun yıllardan beri görülmemekteyken son on yılda özellikle urfada tekrar hortlamıştır.
uzellik
üzerlik, ya da antep'te söylendiği gibi üzellik, sadece antep'e özgü bir sözcük değildir. çorum'da, samsun'da da üzellik denilir. bu sözcük tümüyle orta anadolu kökenli olup hititlerce de üzerlik olarak söylenmekteymiş.
laylon
bir de laylon araba vardır. bildiğin at arabası, ama tekerlekleri otomobil tekerleğinden. bunlara da laylon araba denirdi bir zamanlar.