iki gapılı hamam müdavimlerindendik. yaşadığımız mahalle konumuyla evlerin eşiklikleri mevcuttu . daha sonraları soba gazanı eklenen ve banyo haline getirilen bir mekana sahip olsakda hamama gitmeden göbek taşında yatıp gaymeye keselenmeden arınmış olmazdın. bana göre gerçekten kendine has kültürü vardır hamama gitmenin. tabi bizler bunun çogunu gerçekleştirdik mi sanmıyorum.
hamama giderken meşefelerin (yanlış hatırlamıyorsam havlu demekti) temiz kıyafetlerin yerleştirildiği bohçalar hazırlanır. kil, hamam tasları, yeşil sabun, kese ve lif eksik edilmezdi. tabi gün boyunca kalınacağı için mutlaka evde yiyecek birşeyler hazırlanır mevsime göre meyvalar alınırdı. çocukken işkence gibi gelirdi bu durum. her curunun başında hülle harmanı gibi oturan iki üç antep avradının mevcut olduğu ve bir tas su alabilmek için sıra beklemen gerektiği, arıkların kille dıhandığı için pis suların ortalığı bulandırdığı durumlarda yaşanırdı. zamanında çin işkencesi gibi gelsede bu kültürün anteplilerin temizliğe verdiklerin önemden kaynaklandığını düşünmekteyim ve zamanla zevk almaya başlayıp tenha saatlerde göbek daşına yatıp bütün kemiklerinin ısındığı, ölü derilerinden arındığın ve rahatladığın sağlık kompleksi diyede nitelendirebilirim.
ben en çok portakal yendiği zamanki kokusuna müptelayım her nedense :)