gaziantep evlerinin duvarlarında hâlâ mermi deşikleri vardır. antep yavrularının, top patlayışı arkasından duyulan seslerini işitir gibiyim:
- korkmayın, analar,yedi buçuklu geliyor.
antepliler on beşlikten aşağı gülleden telâş etmez olmuşlardı. ordumuz, hazinesiz fetvâ ve ferman mahkûmu mustafa kemalin tarihi bundan yâr olmuştu. onu ölünceye kadar halka inanmaktan ayırmayan kuvvet, cenup, ege ve şark türklüğünün bu manzarası idi. büyük millet meclisi antepe gazi rütbesini verdi, düşman onu: türk verdünü diye anıyor. bizim kurtuluş mucizesinin asıl sırrını anlamak isteyenler,cenupta halk hatıraları, halk hikâyeleri ve halk destanları arasında,bir kuvay-i milliye seferi yapmalıdırlar.
falih rıfkı atay
antepli şahin
ben antepliyim, şahinim ağam.
mavzer omuzuma yük.
ben yumruklarımla dövüşeceğim.
yumruklarım memleket kadar büyük.
hey, hey!
yine de hey hey!
kaytan bıyıklarım, delişmen çağım
düşman kurşunlarına inat köprü başında
memleket türküleri çağıracağım.
bu dağlarda biz yaşarız, bu dağlar bizim dağımız.
namusumuz temiz, bayrağımız hür
analarımız, karımız, kızımız, kısrağımız
burda erkekçe döğüşür
bir bayrak dalgalanır antep kalesi üstünde
alı kanımdaki al, akı alnımdaki ak
bayraklar içinde en güzel bayrak
düşüncem senden yanadır
hep senden yanadır çektiğim kahır
bu senın ülkende, senin gölgende
düşmesin kara kalpaklar, kirlenmesın duvaklar
korkum yok ölümden kâfirden yana
alacaksa alsın beni şafaklar.
hey, hey!
yine de ey hey!
al bayraklar altında kara bir kartal gibi
yaşamak ne güzel şey.
bir sır var bu mavzerde, attığım gitmez boşa
çıkmış bir eski savaştan
türk ün bir karış toprak parçası için
destanlar yazacağız yeni baştan.
yıktım toprağın üstüne bir sarı kurşunla birini
çıktı karşıma biri,
çıktıkça çektim tetiği bismillâhlarla beraber
vurdum alnından kâfiri.
bu kaçıncı kurşundur, bu kaçıncı bismillâh
bu kaçıncı ölüdür?
bir türkü söylenir siperlerde her sabah
vurun antepliler namus günüdür!
ben antepliyim şahinim ağam
mavzer omuzuma yük
ben yumruklarımla dövüşeceğim
yumruklarım memleket kadar büyük
yavuz bülent bakiler
ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
istanbul 918 teşrinlerinde,
izmir 919 mayısında
ve manisa, menemen, aydın, akhisar :
mayıs ortalarından
haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar...
adana,
antep,
urfa,
maraş :
düşmüş
dövüşüyordu...
ateşi ve ihaneti gördük.
ve kanlı bankerler pazarında
memleketi alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.
ateşi ve ihaneti gördük.
murat nehri, canik dağları ve fırat,
yeşilırmak, kızılırmak,
gültepe, tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli ingiliz'i.
ve aksu'yla köpsu,
karagöl'le söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, âşık ölü,
şapkası horoz tüylü italyan'ı gördü.
ve çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve seyhan ve ceyhan
ve kara gözlü yürük kızı,
gördü mavi üniformalı fransız'ı.
ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
eşraf ve âyân ve mütehayyizânın çoğu
ve ağalar :
bağdasar ağa'dan
kellesi büyük mehmet ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
ve bizim tarafa geçenler oldu
tunuslu ve hindli kölelerden.
ve türkistanlı hacı ahmet,
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.
ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık izmir'de, aydın'da,
adana'da dayandık,
dayandık, urfa'da, maraş'ta, antep'te.
antepliler silâhşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
karayılan
karayılan olmazdan önce
antep köylüklerinde ırgattı.
belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur,
onun atı, silâhı, toprağı yoktu.
boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
karayılan
karayılan olmazdan önce.
düşman antep'e girince
antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.
altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.
antep çetin yerdir.
kırmızı kayalarda
yeşil kertenkeleler.
sıcak bulutlar dolaşır havada
ileri geri...
düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
antepliler düz ovada
sıkışmışlardı.
düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
düşman tutmuştu tepeleri.
akan : antep'in kanıydı.
düz ovada bir gül fidanıydı
karayılan'ın
karayılan olmazdan önceki siperi.
bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.
antep sıcak,
antep çetin yerdir.
antepliler silâhşor olur.
antepliler yiğit kişilerdir.
fakat düşmanın topu vardı.
ve ne çare, kader,
düz ovayı antepliler
düşmana bırakacaklardı.
«karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan'ın
kıyamete dek düşmana verseler antep'i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
hayvan devrildi kaldı.
karayılan
karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı anteplileri,
seğirttiler peşince.
düşmanı tepelerde yediler.
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana :
karayilan dediler.
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür...»
ve biz de bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca nâmı yürüyen
karayılan'ı
ve anteplileri
ve antep'i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destânımızın birinci bâbına koyduk.
nazım hikmet ran
büyük usta nazım, kurtuluş savaşı destanı adlı kitabının ilk sayfasına özellikle koyduğu bu şiirle, hem bütün şehirler içerisinde antebi, hemde anteplileri en öne çıkarmıştır. ve bizi onurlandırmıştır.